Kendi kendine geliştirdiği Yunancası ile pek çok edebi eseri Türkçeye çeviren Ahmet Yorulmaz, Ayvalık ve Cunda’nın saklı geçmişini Rumca kitaplarda aramış. Çok sayıda araştırma yapmış. Hem giden hem gelen mübadillerin anılarıyla öğrendiği Ayvalık ve Cunda’nın tarihini, ruhunu, aşklarını, mutluluklarını, hüzünlerini kitaplarına konu etmiş.

Ahmet, Ayvalık, Cunda, Girit ve Mübadele hakkında aralarında romanların da bulunduğu 8 kitap yazmışsınız. Hem buralı olmanız hem burada yaşamanız hem de bu kadar çok yazmış olmanız nedeniyle sizinle görüşmek, Cunda hakkında bir dosya hazırlarken dosyanın olmazsa olmazıydı. Öncelikle sağlık sorunlarınıza rağmen görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Biraz biyografinizden söz etmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Zira sizin aileniz de Girit göçmeni. Mübadele ile Ayvalık’a gelmişler. Yaptığınız çalışmalarda böyle bir ailenin mensubu olmanın önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Aileniz 1924’te doğrudan buraya mı gelmiş?

Evet, doğrudan Ayvalık’a gelmişler. Gemi önce Küçükkuyu’ya geliyor, fakat ailem gemiden inmeden doğrudan Ayvalık’a gelmiş.

Aileniz ne ile uğraşıyordu?

Dayımgil, yani anamgiller Şaban Efendi denilen bir zatın işlettiği yoğurtçuluk, peynircilik işini yapıyorlardı. Babam komisyonculuğu devam ettiriyordu. Zaten yer yer romanımda ondan örnekler verdim. Özellikle bu meslekten söz edişim babamı göz önünde bulundurmamdandır.

Evde Rumca konuşuluyor muydu?

Evet tabii ki. Zaten yalnız onların Türkçesi çok kırıktı. Zamanla Türkçe kullanılır oldu. Yalnız ben sonradan yırttım ve tersine bir dönüş yaptım. Yunancayı kendi kendime öğrendim.

Siz neler yaptınız? Eğitiminiz, mesleğiniz nedir?

Eğitimimi kendi kendime yaptım diyebilirim. Auto didakt. Kendi kendine yetiştirmeye bağlı bir eğitim. Sanat okulunu bitirdim. Ama sonra kendi kendimi geliştirdim. 33 yıl aralıksız kitapçılık yapmanın da bunda rolü çok diye düşünüyorum.

Yani asıl mesleğiniz kitapçılık diyebiliriz. Ama biz biliyoruz ki çevirmenlik de yaptınız. Çağdaş Yunan Edebiyatı’na ait pek çok eserin çevirisini yapmışsınız.

Evet çevirmenlik de yaptım. O kadar ki hala kitap yollarlar, “Benim eserimi de çevir” diye. Ancak şanslı bir dil değildir Yunanca. Çağdaşı da olsa Yunancayı bilmek şanslılık değildir. Hiçbir avantajı yoktur. Tam tersine mırın kırın ederler. Yayıncıların 10 tanesine başvurursunuz da 1-2 tanesi lütfen ilgilenir.

Bu süre zarfında nerede yaşadınız peki?

Ayvalık’ta.

Çevirmenler, yazarlar genellikle İstanbul’da yaşıyorlar ya o nedenle sordum. Mübadele üzerine, Girit üzerine yazılar yazmak bir çeşit araştırmacılığı gerektiriyor. Belki ailenizin yaşadığı hayat, onlardan dinlediğiniz öyküler ve belkide yaptığınız çeviriler, tarihe olan merakınızı perçinlemiş diyebilir miyiz?

Ama bu tarih ve araştırma merakı ruhen vardı galiba bende. Öyle sanıyorum. Çünkü nasıl ki Türkçemi geliştirmişsem ve sonra Yunancayı da kendi kendime öğrenmişsem, tarihe merakım da hep vardı sanki içimde.

Özellikle bu coğrafya mübadillerin etkisiyle şekillenmiş bir sosyal hayata sahip. Batı Ege kıyılarının bir çok kasabası, şehri mübadelenin önemli izlerini taşıyor. Bu kasabalar, şehirler buradan gidenlerin eksikliği, gelenlerin katkısı ile şekillenmiş.Mimariden yemeğe, hatta dile kadar pek çok alanda bunun izlerini görüyoruz. Ben adanın Cunda’dan Alibey Adası’na dönüşümünü merak ediyorum.

Efendim, Cunda İtalyanca’dan gelme bir kelimedir. Gemilerin ve teknelerin baş tarafında bulunan uzun direğin ucundaki çapanın adıdır. Coğrafi olarak baktığınız zaman Cunda’ya aynı şekli görürsünüz. Ona benzetilerek bu isim verilmiştir.

İtalyanlarla ne alakası var Cunda’nın?

Vallahi ben epey araştırdım, bir alakasını bulamadım. Yalnız İtalyanca girmiş bu dile.

Rumlar Cunda adını kullanıyor değil mi?

Namık Kemal’in Midilli adasında kaymakamlık yaptığı zamandan beri Cunda adı kullanılıyor.

Bir adı daha var adanın, Rumca, kokulu ada anlamına geliyor.

Moskhonissi. Ama bu daha çok halk arasında kullanılan ismidir.

Cunda, Alibey’e nasıl dönüştü?

Milli mücadelede askerler ik kurşunu Alibey’in komutası altında attıkları için Ali Bey’e minnet ve şükran anlamında ismi değiştirilmek istenmiştir.

Ada’nın adı Cumhuriyetin kuruluşundan sonra mı yoksa 1980’den sonra Rumca isimlerin değiştirilmesi sürecinde mi Alibey oldu?

Yok yok, Cumhuriyetin ilanından sonra kullanılmaya başlanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Cunda nüfusu heralde Rumlardan oluşuyordu değil mi?

Hayır, mübadillerdi. Çünkü Rumlar Türk ordusu geliyor diye kaçtılar efendim. Buraları boşalttılar. Bomboş kaldı sokaklar. Hatta bununla ilgili Ayvalık kitabımda galiba bir sahne vardır. Karadenizli olan bir adam bakkal dükkanını açık bırakıyor. Zaten kimse yok. Jandarmanın biriyle boğaza avlanmaya gidiyor. Balık avına. Derken tüfek atılıyor. Düdük çalınıyor, bunlar çağırılıyorlar. Bunlar diyorlar ki “Eyvah yandık. Biz burada dinamit atıyoruz balık avlamak için. Bu gürültüye neden olduğu için bizi derdes geri istiyorlar”. Halbuki geldikleri gün adada jandarma komutanı olan zat Cumhuriyetin ilan edildiğini ve Gazi Mustafa Kemal’in Reis-i Cumhur ilan edildiğini söylüyor.

Peki Cunda’ya gelen mübadillerin tamamı Girit’ten mi?

Evet, mübadiller Girit’ten geldiler. Sonradan yıllar sonra Doğu’dan da gelmeye başladılar. Şu anda her yerde olduğu gibi zaten burada da karışık bir nüfus var.

Mübadele ile gelen Giritliler, uzun yıllar oradaki mesleklerini sürdürdüler mi?

Sürdürmeye çalıştılar. İlkin pek ısınamadılar, kendilerine verilen zeytine de eve de pek ısınamadılar. Günün birinde geri dönecekleri hayali ile yaşadılar. Ancak3-5 sene sonra bu işin dönüşü olmayacağına inandılar ve çalışmaya başladılar.

Mübadiller bir yere gidiyorlar, kök salamıyorlar, başka yere geçiyorlar. Ama geriye dönüş ihtimali olmadığı anlaşılınca durum değişiyor galiba değil mi? Yani sonuçta burada zeytinle uğraşanlar geldikleri yerde de zeytinle uğraşmıyor muydu? Dolayısıyla mesleklerini sürdürüyorlar ve iş bakımından sorun yaşamıyorlar diye düşünüyorum.

Tabii tabii, sorun iş bakımından değildi çoğunlukla. Uyumsuzluk süreci yaşandı. Bu uyumsuzluğun sonucu sallandılar, oyalandılar birkaç yıl belki yakında geri döneriz topraklarımıza diye.

Kuşaklar boyu aynı topraklarda yaşayıp sonra o topraktan koparılma duygusu pek kolay uyum sağlanabilecek bir durum da değil. Hani halk arasında “Giritliler ot sever” gibi çeşitli genellemeler var ya, sizce Giritlilerin kendine özgü bir kültürleri var mı?

Giritlilerin ot yemeklerini sevdikleri doğrudur efendim. Yiyecek bakımından bana göre Rumların etkisi vardır. Tarafsız olarak tam ortada durarak konuşuyorum şimdi. Bu konuda yazmış olan, hatta sonuncu kitabı yemek kitabı olan biri olarak konuşuyorum. Rumların bunda rolü olmuştur diyorum. Çünkü Rumlarda da otlara karşı büyük bir düşkünlük var.

Girit ile Ayvalık-Cunda birbirine benziyor mu? Gelenlerin burayı benimsemesinde böyle bir benzerliğin de rolü olabilir mi?

Ben doğma büyüme Ayvalıklıyım. Fakat sonradan Ayvalık zengin yatağı olunca biraz da ekonomik nedenlerle kayınbiraderimle 3 yıl kadar önce beraber kaçtık ve burada (Gömeç’te) yer bulduk. Bu bulduğumuz yer de bir dönüm küsur. Buraya yerleşmeye karar verdik. Yoksa canım Ayvalık’tan vazgeçmek mümkün değil. Efendim Prof. Cevat Çapan’la beni, beraber, Girit’e davet ettiler, uçakla götürdüler, üç gün misafir ettiler. Hanya limanıyla Ayvalık’ın benzerliği vardır diyebilirim. Cunda daha çok benzer. Çünkü Cunda Rumlar zamanında tersaneleriyle ünlü bir yerdi. Üstelik Cunda daha eskiye dayanır. 10. yüzyılda kurulmuş bir yerleşim yeridir. Oysa Ayvalık 17. yüzyılda kurulmuştur.

Yalnız bir kere mi gittiniz Girit’e?

Evet bir kere gittim. O da Cevat Çapan’la birlikte çağırdıklarında.

Hiçbir şehir tabii ki 40 yıl önceki gibi değil. Ama çocukluğunuzdaki Ayvalık ya da Cunda üzerinden konuşalım, mimarisi açısından ya da gündelik yaşamı açısından çok değişti mi sizce? Bir takım değerlerini kaybetti mi ya da yeni değerler kazandı mı?

Cunda mimari açıdan kendini koruyor. Küçük bir yer, bir ada oluşu nedeniyle koruma altında duruyor. Bu itibarla Cunda’yı ayrı tutmak lazım. Ayvalık da kendini koruyor. Birer müze şehir bunların ikisi de.

Ama bu korumadan memnunsunuz değil mi? Biliyorsunuz bazı kiliseler camiye dönüştü, bazı eski binalar yok oldu… Şimdi şimdi tekrar restorasyon çalışmaları başladı heralde.

Ben o restorasyonlara inanmıyorum. Siyasi havanın etkisinde onlar. Yapılan restorasyonlar ya da yapılmak istenen, başlanan restorasyonlar hep bu siyasi havanın yumuşatılması içindir. Mesela adada görüyorum, Cunda Adası’nda bir kiliseyi koruma altına almışlar. Restorasyon yapıyorlar. İnşallah iyi olur.

Cunda Adası’nda bulunan Ay Işığı Kilisesi’ne de ismini siz vermişsiniz.

Evet. Onunla ilgili de bir kitabım var. Sekiz kitap yazmışım Cundayı anlatan. Onu hazırlayan doçent hanım, “Yahu Ahmet Bey sekiz kitabı nasıl yazdınız?” diye sormuştu. Aşk yazdırıyor efendim. Ben Ayvalık’ı çok seviyorum. Halâ da gözüm Ayvalık’ta. Buraya da kayınbiraderin isteğiyle, karımın isteğiyle geldik yerleştik ama benim gözüm Ayvalık’ta.

Peki Ayvalık’ta sizi üzen, yazık oldu diye düşündüğünüz bir şey oldu mu?

Beni üzen bir iki yapının vaktiyle hem halkçı bir belediye başkanı tarafından yıktırılması ve yerine apartmanlar dikilmesi oldu.

Özellikle sahil bandında bazı yerlerde o kadar çok sırıtıyor ki. Bu şehir için resmen cinayet. Sizin de dediğiniz gibi tam müze şehir olabilecek yerler Ayvalık ve Cunda. Ancak zamanında o kötü şehirleşmenin karşısında duramadık ne yazık ki. Üstelik bazı şeylerin sonradan geri dönüşü de mümkün olmuyor. İzmir’de de örnekleri var. Peki, Cunda hakkında sekiz kitap yazdıysanız, Cunda’da epey malzeme var demektir., kültürel ve tarihi boyutta. Ne dersiniz?

Evet tabii pek çok malzeme var. Ancak bu alanlarda epey araştırma yaptığım için yerel olup da benim haberim olmayan bir şey olmazdı. Ama oldu yakın bir zaman önce. Neden sonra, hatta daha geçen yıl diyebilirim Cunda’daki tersaneleri gösteren bir kartpostal gösterdiler bana. Benim daha önce hiç görmediğim, haberim olmayan bir kartpostal. Çok hoşuma gitti tabii. Cunda’da tersanelerin hükümran olduğu ya da yaygın olduğu bir dönem yaşanmıştı. Okuduklarıma göre Cunda’da 150 tane irili ufaklı tekne vardı.

Şu anda tersanelerin görülebilecek kalıntıları var mı?

Tersanelerin yenisi de aynı yerde. Tabii aradan geçen 80-100 yılda değişikliğe uğradı ne yazık ki.

Sosyal yaşamın içinde de olan biri olarak sizin gözlemlerinize göre Cunda’ya Girit’ten gelen gelenekler nelerdir? Özel bir geleneği var mıdır örneğin? 

Cunda’nın özel bir geleneği yok ama Girit’ten gelenler orada da iskân edildiler ya o küçük yerde kendi geleneklerini alışkanlıklarını sürdürmek olanağını buldular.

Mübadele ile gidenlerin ailelerinin ikinci kuşağın diyelim buraya sık sık ziyarete geldiklerini biliyoruz. Türkler de aynı şekilde gidiyorlar mı oralara?

Son dönemde yirmi yıl kadar oldu, artık yavaş yavaş gidiyorlar. Ama mübadillerin çocuklarının artık gidenlerin-gelenlerin çoğu ikinci de değil üçüncü dördüncü kuşak.

Daha önceki gelişimizde pazarda Rumca konuşan bir aile görmüştüm. Sonra pazar yerinin orada bir kapıyı çaldılar. Ev sahibi ile de Rumca konuştular… Cunda’da oturan Rum nüfusu var mı? 

Yok. Hepsi Türk ordusu geliyor diye adayı da (Cunda) Ayvalık’ı da boşaltmışlardı. Panik halindeydiler. Önce Midilli’ye gittiler, Midilli üzerinden Yunanistan’a dağıldılar.

Ayvalık’ta bir sokağa sizin adınızın verilmesi söz konusu olmuş. Bu konuda bir gelişme var mı?

Valla efendim, ittifakla karar vermişler. 150 Evler Semti’nde havuzlu bir park var yol üzerinde, oraya simimi vermişler. Fakat sonradan konu hakkında belediye başkanına yüklenen bir yazı yazdım. Balıkesir’de il çapında yayınlanan bir gazetede. Ondan sonra bu karar uygulanmadı. Ne yapayım gazetecilik yanım boş durmuyor. Gazeteci zaten aslında boşluğu gören insan demektir. Kimse boşluğu görmek istemiyor. Siz görüp de yazdığınız zaman batıyor.

Ayvalık’ın “açık şehir” olması konusunda Yunanistan’dan bir talep olduğunu öğrendik. Nedir açık şehir?

Açık şehir pasaportsuz gelinip gidilebilen yer demek.

Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

Valla ne diyeceğimi bilemiyorum. Onu bizi yönetenler bilecek. Devlet kademelerinin hepsinden geçiyor böyle bir karar. Bana sorarsanız iyi olur. Ama bizim istememizle olmuyor işler, yani sade vatandaşların sitemesiyle olmuyor. Devlet kademelerinin karar vermesi lazım.

Biraz da yemek kitabınızdan bahsedelim. Girit mutfağı diye tarif edilen bir mutfak var. Son zamanlarda yeniden keşfedildi. Moda oldu. İzmir’de böyle lokantalar açıldı. Siz kitabınızı nasıl hazırladınız? Evinizde gördüklerinizi mi kaynak aldınız, yoksa başka bir araştırma yaptınız mı, ek bilgi toplama ihtiyacı duydunuz mu?

Yok. Ek olarak bilgi toplama ihtiyacı duymadım. Göreneklere göre yazdım kitabı. Bilgi ve tecrübelerimle..

Geylan Kitabevi duruyor mu halâ? Faaliyetini sürdürüyor mu?

Geylan Kitabevi duruyor. Kitabevi olarak varlığını sürdürüyor. Ama eski ihtişamı yok gibime geliyor. Sokakta duyduklarım bunu düşündürüyor. Şimdi benim manevi kızım Semra Berksu işletiyor ki bitişimdeki ev de onun evidir.

Ama artık eski ihtişamı kalmadı.

Yani ne bileyim ben. O zaman okur mu daha çoktu bilemiyorum. O zaman 25-30 kitap getirirdik biz. Şimdi soruyorum da “getirmedik” diyor.


Kaynak: Ege Üniversitesi Rektörlüğü “Egeden Dergisi”, Sayı: 5, Basım Tarihi: 8 Mayıs 2013, Söyleşiyi Yapan: Engin Önen, Fotoğraflar: Demet Altuntaş, Gamze Karademir Erol.

Yorum bırakın

Trend